alis'in defteri

tam bir alis olmak, zamansız, boyutsuz ve tutarlı. korkunç mu? biraz yabancı..

stratosfere kaçan leylek

leyleğin stratosferde görüldüğü tarihlere geri sayım bir insan elinin parmakları kadar. yavaş yavaş -enteresan, bazen hızlanır bazen yavaşlar zaman- maymun eline, papağan tırnağına falan diye terfiler alacak. yeri gelecek ve çolak kalacak. be ready to start to pack.

*

tek bir cümleyle iyi, yine tek bir cümleyle kötü hissetmek mümkün. sesler yönetiyor beynimizi, müzik neler yapmaz di mi..

*

film izleniyo ama doyurmuyo bi süredir. duyargalar dalgalardan titremiyor ise dalga durgun değil duyarga uyuşuk olabilir. nothing to blame but your flame/gap of flame, hım?  ama filmin adını bile unutmuşum, o kadar temazsız geçiş. hah shutter island. ters köşe akıl oyunu sevenlere listede üst sırada tavsiye. lakin duyargalarım başka yönde titreşirken bana yaramadı.. gıyabında “eksik olmasın” denir ya, iyi dilek ileten ama hayatta fazla da iz bırakmamış, az görüşülen tanışığa.. iyidir ama pek de bahseden hayatın içinden geçmeyen biridir. o hesap, eksik olmasın günümden geçti gitti.. sherlock indirdim, tadını sevmemse diye izlemiyorum, öyleli böyleli bişey.

bollywood’tan taare zameen par  aka like stars on earth iniyor. black kokusu var, bakalım ne tat olacak..

*

şöyle ritmden mi yoksa alkolden mi belli olmayacak şekilde sallana sallana, kendime kendime dansım geldi. bekle beni araf, iki ay leylek stratosferde, sonra geleceğim.

yalandan yazınca böyle oluyo heralsem.. içimden bişi dedim ben de şaşırdım: “boklu bok”

Nisan 27, 2012 Posted by | alis diyor, alisin filmleri | Yorum bırakın

cebir

gerçek ile doğru arasındaki, keşif ile buluş arasındaki, önerme ve önemseme arasındaki farkları düşün. hata ile yanlış da olabilir.

tesadüf kelimesinin kökenini düşün. esrarın anlamını. sır dediğinde nelerden bahsediyor olabileceğini.

eşanlamlılıktan büyülenme sakın. sakin limanından ayrılma. hatta becerebiliyorsan hiçbir şeyden büyülenme. büyülenmeyeyim derken büyüme de sakın..

mümkünü düşün, imkanı düşün, makulu düşün, akili düşün.

emeli, ameli, amili düşün biraz da.

katı ile kat’iyi ve istersen kötüyü beraber düşün.

kabir ile kuburu ve istersen kubarı beraber düşün.

zeka ile zokayı, ezik ile zekiyi.

şimdi yaz bi kenara, sonra düşün.

düşü, düşmeyi ve düşünmeyi düşün.

Nisan 19, 2012 Posted by | alis diyor | Yorum bırakın

odamdaki john vassos

başlayalı çok oldu, bi 4 ay kadar.. başlamak için kenara koyalıysa nerdeyse 2 yıl. oscar wilde’ın salomé oyununun kitabındaki john vassos’a ait ilüstrasyonlardan biri (bu tamlamayı kafanda tamamlayamamış olabilirsin, ani ve vurucu gelmiş olabilir, sen tamlamama şans tanı, ben de sana..). asilovegoogle, kitabın 1927 baskısı ebay’de 500$ üzerinde.. john vassos imzalısına da denk geldim, allahtan çoktan satılmış da fiyatını görmedim 🙂 amazon’daysa 25 ila 350$ arasında değişen bir fiyat aralığı var. eee ben bunu bi yere bağlayayım, işte bu yüzden alışverişi dokunarak yapmayı seviyorum, 25 ile 350 arasındaki farkı görebilmek için.

ne diyoduk, john vassos’un bir illüstrasyonunun mütevazi reproduksiyonuna başlamış olmakla beraber, edeyeceğim herhangi bir ek müdahaleyle taslağı boka dönüştüreceğimi düşündüğümden, kendisi 4 aydır odamda tozlanıyor. vassos suyunun suyu..

evet, instagram yükledim ben de.. ve kendisini burada sevmedik gibi ama tarafsıza da yakınız. bu da bi deneyim olsun..

*

içim çok gidici. böyle bi’yerlere, uzun vadeli, kaybolur gibi gidici. şarkılar dinliyorum, videolar izliyorum, kıçım koltukta ama içim gidiyo. içimle dışımı aynı yerlerde gezdirebilirsem firarım olacak. içimden geliyo zaten de, şimdilik içim el vermiyo. ee napalım bazı şeyler içimize işlemiş. aka s*çarım böyle işin içine..

*

yarın yeni drama tiyatrosu’ndan leş izlenecek.

*

aklım kaçtı biraz ve sonra uykum geldi.

Nisan 12, 2012 Posted by | alis diyor, alisin fotoları | Yorum bırakın

normistan

kişi hep kendisiyken, mevcut durumunun, norm denenden uzak olduğunu algılayamıyor. renk körlerinin grinin içine serpiştirilen pembeleri görememesi gibi. renk körleri normal değil yani. insanların büyük çoğunluğu gibi değil. eksik olan bişey, eksiklik denen bişey. ama bu durumda, sadece zürafaların ayırdedebildiği bir hundarit rengi olsa (hatta varsa bile diyebiliriz), o rengi görüp ayırdedebilen adamı da “a”normal’e sokacağız demek ki. ya da bu mu demek oluyor?

anormallerden kaçıyoruz, kendileriyle ortak dilde bir iletişim kurmak zor çünkü. burda anormalden kasıt, hayat algısı genel geçer algıdan farklı olan tabi. kaçış koruma görevi görüyor, korkuyoruz kendilerinden.

en katlanılmaz olanı da, kalınca bir kitabın bilmem kaçıncı sayfasında genelleniyor olmaktır belki.

düşünce tam önümde duruyo ve kendisine hiçbir duygu beslemiyorum. ama onu yazı haline getirmeye çalışmak nafile. bunu istemekse çok anlamsız.

ve şu an koordinatlar güvenli sular. aylardan nisan, mevsimlerden ilkbahar. müziklerden vangelis, içim ne mutlu ne mutsuz. uzayda olmak gibi, havada asılı, çarpma etkisiz. tabi önceki çarpmalardan biraz yaralı bereli. ayık, aydınlık ve şaşkın. normda olmak garip güvenli ama eğlencesiz. dünyayı hep böyle görmek mümkün mü? bu kadar kayıtsız, bu kadar etkileşimsiz? bunu yapabilen insanlar mı var yani? hep yapabilen insanlar? hep güvenli sularda yaşayanlar? burası iyi çünkü, rahat. dingin. cephesiz. gündelik haricinde dertsiz.

*

sözler o kadar coşkulu, ritm ve yorum o kadar isteksiz. veya bana öyle geliyor. kim bilir..

 

*

durulmayan bir kafa – kay redfield jamison

Nisan 9, 2012 Posted by | alis diyor | Yorum bırakın

siddhartha

hastaydı dünya çünkü ve yaşamaya katlanmak zordu. sf.31

bilinmesi gereken şeyleri insanın kendisinin tatması iyidir. sf.99

bir kimse arıyorsa, gözü aradığı şeyden başkasını görmez çokluk, bir türlü bulmayı beceremez, dışardan hiçbir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü aklı fikri aradığı şeydedir hep, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacın büyüsüne kapılmıştır. aramak bir amacı olmak demektir. bulmaksa özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak. sf.137

bilgi bir başkasına aktarılabilir, bilgelikse keşfedilebilir, yaşanabilir ama anlatılamaz ve öğretilemez. (…) bir gerçek ancak tek taraflıysa dile getirilip sözcüklere dökülebilir. düşüncelerle düşünülüp sözcüklerle söylenebilen ne varsa tek taraflıdır, hepsi yarım, hepsi bütünlükten, mükemmellikten ve birlikten yoksun. sf.139

sözcükler gizli saklı anlamı zedeliyor, dile getirilen herşey o an değişiyor biraz, biraz çirkin, biraz aptalca niteliğe bürünüyor -(…) bir insanın hazinesini ve bilgeliğini oluşturan şeyin bir başkasının kulağına her zaman aptalca gelmesine de hiç diyeceğim yok. sf.142

sözcüklerin renkleri yok, kenarları köşeleri yoktur, kokudan ve tattan yoksundurlar. kurtuluş ve erdem de, sansara ve nirvana da söcüklerden başka bir şey değildir. niçbir nesne yoktur ki nirvana olsun, yalnız sözcük olarak vardır nirvana. sf.142

*

susuyorum, tam olmak için. düşünceler kelimelere dökülüyor, kelimelerle parçalanıp dökülüyor. eksiliyor aklımdakiler bi sese tutunup başka bir akla ulaşıncaya kadar. susuyorum. bu yüzden susuyorum, anlatmak isteğim çok olduğunda. gerçek, kelimelere kırılıp dökülmesin diye.

Nisan 5, 2012 Posted by | alisin kitaplığı | Yorum bırakın

tarihten kareler

kfc’nin ikonu kır saçlı dedenin (colonel sanders imiş) orjinal hali, elvis’in askerliği, bebe hitler, çekilmiş ilk fotoğraf, dünyanın ilk bilgisayarı, 16 yaşındaki john lennon ve daha başka enteresan görüntü için tık yeri

 

Nisan 1, 2012 Posted by | alis netsurfing | Yorum bırakın

anca

forgive and forget (but keep a list of names)

Nisan 1, 2012 Posted by | alis diyor | Yorum bırakın

ananın örekesi

başlayalım.. birisi google’a “ananın örekesi” yazıyor. bir gün içinde 2 kez veya bir gün içinde 2 insan ve bloğa ulaşıyor. tebrik ve takdire şayan.. ben yazıyorum aynısını google amca şunu öneriyor: “ananın yün eğirmeye yarayan alet”i..  11. sayfadaki bir başlık, rammstein-pussy diyor ve ben daha ötesine gidemiyorum bloğa ulaşmak için.. hayat heyhat!

*

devam edelim. yarın ösym sınavı var, yarın dediğim bugün. bugün dediğim sabah. donuma anahtarlarımı, sütyenime akbilimi sokup, devletlümün vereceği kalemi, olmayan batıl inançlarıma alet etmek için en az 3 ay saklayacağım bir sınava gideceğim. ne için? if tiyatro festivalinde izlemek istediğim oyun tam 180, 120, 100TL, öğrenci 20TL olduğu için.. değer mi? bilmiyorum. çünkü ne de olsa lale(!) kartı olanlar tam ve öğrenci tanımadan tüm biletleri sömürecekler her daim. elitist sanat VS post modernizm desem elitiste kestiririm, o ayrı..

*

sonra.. godzilla ile king kong’un çocuğu olacak. düşün. ve bu gezegende. günümüz şartlarında.. bunlardan biriyle akrabalığın var. kan bağı paritesi üzerinden. hala falan olacaksın (o derece). kendini şanslı sayacağın bi’şey söyle? bulamadın değil mi 🙂 ben söyleyeyim.. o kan bağı taşıdığın yaratığın, diğerini döllediği tarihlere denk gelen bi tarihte, sana ana avrat (avrat sen oluyosun burda, hani hala falan filan..) düz gitmesi. öyle bi düz gitme ki, dilekleri yerine gelse, yaratıkla senin bi çocuğun olabilir (ki en verimli çağındasın, istatistiklere bakılacak olursa). ne güzel değil mi? böylelikle dünyaya eklenen yeni yaratık hakkında bi’şeyler işitmene gerek kalmıyor, çünkü ebeveyn yaratıkla küsmüşsün.. maddi bi bedeli de var bu küslüğün. senin hesabından düşülüp, diğerinin fırfırlı yatak örtüsü, altın ve sonsuz sayıda mutfak bıçağı hanesine yazılıyor. yine de halasın. olur da iç edilen paran için, hayatında ilk kez ettiğin beddua tutar diye, recall’luyosun bedduanı (umulsun ki babamız mesajı okumamış olsun..).

*

son olarak. herşey yine eşzamanlı. força barça küllüğün çantanda, kelle bronz kuzeninle geçirdiğin 1 saate eşlik etmiş ve şu an ihtiyaç dahilinde kafa yarmalık olarak çantanda duruyor. ama yarın öss’ye giriyorsun. kendisi orayı terkedecek. yerine kağıdı çıkarılmış bir su şişesi ve nüfus cüzdanı geçecek. kafandaysa, yanına alamadığın anahtarın nedeniyle eve nasıl gireceğin probleminin şık olmayan çözümü..

Nisan 1, 2012 Posted by | alis diyor | Yorum bırakın