alis'in defteri

tam bir alis olmak, zamansız, boyutsuz ve tutarlı. korkunç mu? biraz yabancı..

zıplayan kafa

2-3 aylık derslerle ve kafeyle (ve son kısmında Londra’da bir Türk müzik festivaline katılmakla) yoğun geçen zaman sonrasında dünden beri boş günlere ferahlık özlemiyle ulaştım. İngiltere’de kalacaksam (dalgalar durmaksızın devam ediyor) önümüzdeki 5 hafta içinde uzatma için başvuru yapmam lazım. yumuşak ve yeterli bir süre var önümde. ilk başvuru öncesindeki kadar sıkıntı hissetmiyorum -aslında tadında bir stres, hazırlanmamı biraz kolaylaştırabilir- bu sıkıntısızlık sebebiyle kafam daldan dala zıplamaya devam ediyor. yarın cumartesi, bu da demek oluyor ki önümüzdeki 2 gün boyunca pestilim çıkana kadar fizik ve zihin olarak yoğun bir başka dalganın üzerinden hayatı boş boş seyredeceğim (son bir yılımın haftasonları 🙂 )

dün bütün günüm, internette hem ev hem de stüdyo olarak kullanabileceğim bir yer aramakla geçti. dükkan ve ev aramaları sonucunda fotoğraflarıyla ümit vaadeden küçük bir ev buldum. ama hayat bu ya, son bir haftadır bambaşka insanlarla kulaklarını çınlattığım B. ile görüştük. ilanı kendisine gösterdiğimde, beğendiğim evin arkadaşlarının boşaltmak üzere olduğu bir ev olduğunu keşfettik 🙂 gerçekler fotoğrafların ötesine taşındı, ilana yanlışlıkla (!) koyulan fazla bir fotoğraf nedeniyle evin büyük göründüğü ve dolayısıyla aslında benim ihtiyacımı karşılamayacak ölçülerde olduğu ortaya çıktı. sabah küçük bir balonken, bütün günkü arama ve bulduğum evin aşırı yüksek fiyatına rağmen olur mu acaba diye umutlanmamla kocaman bir zepline dönen hayallerim, B.den gelen bu oha bilgi sonrasında, yalnız ve yitik ingilizlerin ucuz bira içtiği aşırı osuruk bir barda yudumlanan 2 pint bira eşliğinde, hızlıca ama esamesi okunmayacak bir öneme sahip hale geldiği için usulca, 15 yıldır kullanılan eski, kırık, bozuk ve varlığı bile unutulmuş plastik bir anahtarlığa döndü.

dünün hissi, burada yaptıklarımı bir adım daha ileriye taşımak üzerineydi. bugün ise facebook’tan gelen bir kamp daveti ile hissim doğaya gitmeye dönüverdi. bütün gün kampçı çorabından taşınması ve alınması hafif kahve malzemelerine kadar envai çeşit video izledim.

ben yıllardır kamp malzemelerimi kabaca tamamlamış olmama rağmen hiç çadır kampı yapmadım. hep ertelemeler, hep tek başına cesaret edememeler… 2 yıl önce Karakaya’da gönüllülük yaptığım dönemde sevgili İ. ile Gümüşlük gezmelerimiz sırasında merkezin ücra yerlerine çadır kurulan yerleri görmüştük. hem şehrin içinde yemeğe ve suya kolay ulaşmalı yerlerinde olduğundan hem de daha önce hiç çadır deneyimim olmadığından iyi ve yumuşak bir başlangıç olacağını düşündüğümden, gönüllülük sonrasında İstanbul’a döndüğümde Londra’ya taşınmadan önce 2-3 gün için doğa kampı değil de çadır içinde uyumalık bir deneyim olsun diye Gümüşlük’e tekrar gitmeye karar vermiştim. vay be, şimdi düşününce ne saçma şeyler insanın haline yön veriveriyor. Asya gezisi sonrasında Türkiye içindeki neredeyse tüm seyahatlerimi yaptığım BlaBlaCar diye bir uygulama vardı (hala vardır da ben 2 yıldır kullanmadım). özel aracıyla seyahat eden insanların seyahat bilgilerini girerek yanlarına yolcu buldukları, bilet fiyatlarından daha az fiyata yolcuların seyahat ettiği, sürücülerin masrafını ve yalnız yolculuk sıkıntısını azalttığı bir uygulama… o 6 ay içinde İstanbul-İzmir-Bodrum-Kaş arasındaki tüm seyahatlerimde BlaBlaCar’ı kullamıştım. aklımdan hala çıkmaz, o seyahatlerden ikisinde denk geldiğimiz bir gün doğumu ve bir gün batımıyla Bafa Gölü’ne aşık olmuştum. neys efem, 10’un üzerinde yaptığım bu seyahatlerden sadece birinde, gece 12’de Levent’ten Bodrum’a hareket edecek o şerefsiz ne gelmişti ne de telefonlara cevap vermişti. çadır çambalak hazırlandığım seyahate çıkamadan, gece yarısından sonra toplu taşımaya güç bela ulaşarak süklüm püklüm elmoş’un evine geri dönmüştüm. (hahaha evet evimde kalamıyordum doğru ya, şimdi burda ananemin peşine de dedemin ölümünü, evdeki yangını, tadilat sürecini, B’nin yanına Londra’ya gelme kararımı falaaaaan hepsini yazamicüm. domino taşı gibi zamanlardı). lan, o herif beni ekmese (ölmemiş -sonradan başka ilanlarını gördüm- gecenin bir vakti ulaşamayınca kaza falan yaptı diye korkmuştum çünkü) şu yaşımda bir kez de olsa kamp çadırında kalmış bir insan olacaktım. olamadım. onun yerine ertesi gün sol gözüm inanılmaz şişmeye başladıydı. 1 hafta içinde de sol göz kapağımdan operasyon geçirmiş, İstanbul’un hatırladığım o en sıcak yazında J.nin İstanbul yansa esintisi eksik olmayacak Bomonti balkonunda terden yapış yapış oturup Kaş ve Gümüşlük’ün hava durumuna bakıyordum. konu he biçim dağıldı ama bana ne, benim konum, benim biloğum 🙂 o zamanlardan fotoğraf karesi gibi aklımda kalan şeyler var bolca. daha doğrusu (ya da biraz derinlemesine düşününce) sonraya taşıdığım anılarım ya doğa ile içiçe olmalar ya da büyük perspektifte doğaya odaklanmalar üzerine… çoğunlukla ufku görebildiğim tan ve şafak zamanları. veya bulutlar, deniz, sis, yağmurun perde gibi görüş mesafesini azaltması. bunlar aklıma her geldiğinde Londra’daki hayatım için”burada ne yapıyorum” demeyeyim diyorum ama demeden edemiyorum. aklıma gelen bu yerleri gezerken/görürken hiç kurmadığım bir cümle. yazmaya bile gerek duymadığım (ama sonradan yazmadığıma pişman olduğum) zamanlar.

yazmaya başlarken aklımda dünkü yerleşme kararlılığım (seni yenemesem de içine kapağı atıcam Londra) ve bugünkü kamp isteğim arasındaki uçurumun altını çizme isteği vardı. yazdıkça başka şeyler geliverdi aklıma. mesela bundan 5 yıl önce açtığım ama içine hiç yazı eklemediğim seyahat bloğu.. ben blogger olamam herhalde, yazmalarım birilerine bir şeyler anlatmaktan ziyade, içimde anlatma isteğinin birikmesi ve anlatacak insan bulamamamdan kaynaklanıyor genelde (bu durum da insansızlık ve aynı kafada olamamak şeklinde varoluşunu en az ikiye katlar şekilde farklı tezahür edebiliyor bu arada). vlogger’lık da zor zanaat. onu da tembel günlüğü şeklinde burda yapmaya başlamıştım. çünkü bisikletim çalınmıştı ve bir yerden bir yere uzun yürüyüşlerde aşırı sıkılıyordum 😀 neyse, onda da online arkadaşlık siteleriyle ilgili bir video paylaşınca abuk sabuk tiplerden garip yorumlar almaya başladım ve tüm videoları kapattım. şimdi arada bir ekleme yapıyorum ama birilerine ulaşma ihtimali olmadan aynı tadı vermiyor. Nietsczhe (vay be ilk yazışımda sadece tek bir harf atlamışım, eferim bana) mi demişti acaba, Niçe değildir ya ne alaka, ”ben yazarken senin gözlerinin o kelimeler üzerinde gezme ihtimalini hayal ederek mutlu oluyorum” diye.. şimdi ben kendi kelimelerimle anlatınca Yılmaz Erdoğan’ın ses tonu kafamda beliriverdi 😀 orjinali daha aklı başında, daha alımlı. evet, videolar defter ya da blog yazılarından his olarak biraz farklıydı. birine bir zorunlu hitap var sanki (acaba instagram story vs.de karşılaştığım videolar seebiyle mi böyle hissediyorum diyeceğim, bilemedim. aklın yolu bir sonuçta, ağzı oynatınca birisine ulaşma çabası var bi yerde, çokça yerde)

neyse, o yüzden bir şekilde bugün de kamp videoları izlemeyle geçti. çok özetledim aslında bütün gün kamp ocağından termal çoraba kadar envai çeşit ürün incelemeyle, kamp malzemesi videolarıdan kamp alanları listelerini araştırmakla geçti. en son Sivaslı bir kampçı-dağcının videolarına takıldım. bir baktım saat gece olmuş, dedim, vay hayvan, insan bi 15 dakka meditasyon yapar, bi çorba pişirir aç karnını doyurur, iki sayfa kitap okur, 3 tavsiye mektubu yazar… bunların hiç birisi olmamış, hiç birisinin olmayışını kenara yazayım dedim.

hatta bir mülteci derneğine ders vermek için birisine haftalardır mail atacağım, atmıyorum, atamıyorum. niye? bilmiyorum. sabah aklımdaydı, bugün de unutuverdim.

ben hiç kamp yapmadım. yapsam rahat bi 5-10 yıl da ona sararım kesin. bu ülkede, bu şehirde olmamda yolunda hissettirmeyen bir şeyler var. umut-potansiyel-yapmazsam ya pişman olursam korkusu. garip bir kombo. hiç yogik değil üstelik 😀 bir de durumun farkındayım. hayaaaat, hareket ediiim miiiiii :)) (ama önce 2 günlük kafe maratonunun etkilerini ve bu etkilerin bindireceği yeni dalgaları göreyim, gideceksem de cesaret edip gideyim zira vergi ödemezsem güzel bir seyahat başlangıcı yapabilirim. ama kalırsam da hayatımı garanti altına almak için bi adım atm.. şrrrraaaaaaaak :’D )

Nisan 5, 2019 Posted by | Genel | Yorum bırakın