alis'in defteri

tam bir alis olmak, zamansız, boyutsuz ve tutarlı. korkunç mu? biraz yabancı..

nö başlık

bildiğim yerlerin yakınında, kimini bilmediğim, kimini çoktan unuttuğum durumlara yeniden aşina hallerdeyim.

klavye sesi duyuyorum uzun zaman sonra. kendi parmaklarımın hareketiyle. yazmak istiyorum. ne yazacağımı bilmeden, hakkında tek bildiğim özelliği, rayların üzerinde hareket etmesi olan bir trene binerek. tren hep bir yerlere götürdü. bu sefer de niyet aynı.

bir dükkan burası. haftanın az gününde geldiğim, sevdiğim iş için para aldığım bir dükkan. boş oturuyorum. boş oturmak, sevdiğim iş hanesine eklenebilir kolayca. kendi halimde olduğum zamanlara kıyasla daha uyanık, daha derli toplu, daha etekliyim. yine bir masa var önümde. masanın üzerinde klavyesi benimkinden daha sesli çalışan bir bilgisayar.

klavye sesini unuttuğumdan, duyduğum her tıkırtı, aklımdan geçen kelimelerin, bilmediğim bir dilde dublajsız konuşması gibi geliyor. sanki klavye konuşuyor da, ben iç yazımla çevirisini duyuyorum önden önden.

farkındalıklar her yanımda. kokular, sesler, duygular. uyuşmalar, gurultular, incecik üşümeler, ateş basmaları. iç dünyayı çırılçıplak ortaya seren, niyetleri döke saça taşıran bir kaç kırık cümle, karşılaştığım insanlardan. birleşip geldiklerinde yoracak kadar yoğun. anlatsam esamesi okunmayacak kadar anlamsız ve sıradan.

bildiğim yerlerde, yeni yeni bildiğim bir işi yapıyorum. yaptığım başka şeylere kıyasla oldukça “hiç bir şey” yapıyorum. hiç bir şey çokça uykumu getiriyor. kafamın içiyle oyalanmak için yazı yazıyorum. kendi elim kendi beynime gidiyor. isteksizce ve sırf can sıkıntısından, beynimin kıvrımları üzerinde bir ileri bir geri gidiyor. az hoşuma gidiyor durum. paylaşılmadan alınan her zevkin azlığı gibi, var ama pek değil, hoşuma az gidiyor. yanyana duruyorlar ben ve hoşum. rengi, tadı uymuyor ya, yine de yanyana duruyor ikisi de.

***

pek bilinmediğim bir yerdeyim. ardımda iz kalmayacak şekilde açıyorum tüm sanal sayfaları. hayatta elimden geldiğince denediğim şekliyle. huyum suyum, tasından arada taşan aklım pek bilinmiyor burada da. burada ince çoraplı, ince sesli, etekli ve ev kekli biriyim az tanıyan nazik patronumun gözünde.

başka gözlere de değdiğimi biliyorum. huzurlu, canlı, neşeli, esnek, sessiz, deli, gezgin, hareketli, ruhsuz, hararetli, duygusuz, anaç, acımasız, düz, anlaşılmaz.. kaç cüce var kasabamda, sayısını tam bilmiyorum. bir şeyleri sadece bir gün içinde iki kez yaptığım için, ömrümde ilk ve tek olsa da bu şeyler, birilerinin gıcır gıcır insan çekmecelerine üstünde etiketleri olan yepyeni dosyalar olarak giriyorum. ya da bir şeyi, sadece o birilerinin yanında o şekilde yaptığım için yapışıyor o etiket. çıkarıyor muyum? deniyorum ama hayal etsin insan. hayal etsin, ilkokul defterini saran kağıt kaba, eli titrediğinden yanlış yapıştırdığı o etiketi düzeltmek istediği o zamanı. sökülmeye çalıştıkça daha beter çirkinleşiyor durum. aynı o eski defterlerde olduğu gibi.

***

ara.

Eylül 30, 2015 Posted by | Genel | Yorum bırakın

zaman alevi

okur gibi dinleyip, yazar gibi konuşulan zamanlar. ucunu kıvırır gibi sayfanın, kitabı elden bırakmazdan önce. bi kenara not alır gibi, uykunun mahmurluğunda akla takılanları.

bildiğin dili unuttuğunu, hatırladığını anladığın an gibi zamanlar.

buzun aleve değdiği, bu her hal’de bulunmanın, pişmanlıksız her şeye değdiği zamanlar.

yumuşak koltuğun kadifesinden ve hatta varsa yaylarından ayrılır gibi ayaklanıp, tene değen havaya şaşırır gibi zamanlar. uzundur konfor sanılan kendi ağırlığından ayrılmanın hafifliği gibi.

bilmediğin yerlerin koridorlarında duraklamak gibi zamanlar. labirentin dibine mi çıkışına mı ilerlendiği bilinmeyen, kayboluş gibi hissedilip de aslında en fazla “o anda” olunan zamanlar.

susa susa anlatılan değil. konuşa konuşa sessizleşilen değil. susa konuşa anlatılan, konuşa susa dinlenilen zamanlar.

dinlenilen zamanlar. ne anlatabiliyorsa bu kelimeler, her bir kadarının, hep bir halde olduğu.. dinledim, dinledi, dinlendik gibi zamanlar.

yorgunluğundan dinlendiren. durmadan dinlendiren, durmadığından dinlendiren, düşüncelerin yokuş aşağı bulutlar üzerinde yuvarlandığı, köşesiz, uçurumsuz, savunmasız, korkusuz.. çünkü tehlikesiz zamanlar.

seviş koktuğum zamanlar. buram buram.. şuram ve buram, biraz da buram.

vurgun yemeden az evvel, nefes tutulan zamanlar.

uzayı elele gezip, galaksi manzaralı alışmışlığın hüznünün henüz yaşanmadığı, kurutulacak yaşların henüz tuzunu suya karmadığı, kalbin ağzını dayadığı deliğe, mermi yerine henüz kan pompaladığı, elele yatamamanın avuntusunun el yatağında henüz aranmadığı, kışlık yerde toprağa düşen tohumun, düştüğü durumu bile bile, yine de, yalancı baharda kabuğunu çatlattığı zamanlar.

öyle zamanlar ki, yapma desen olmaz. dur desen durmaz. kimisi önce büyümüş, kimi daha çok gün görmüş ama aynı anda zamanlar. geç kalmış şimdilerdeki zamanlar.

Eylül 29, 2015 Posted by | Genel | Yorum bırakın